30 Mart 2013 Cumartesi

Gece ve Doğru Adam

Çoğu zaman kimin doğru ya da yanlış olduğuna hislerimizle karar veriyoruz belki de hissedemediklerimizle....
Ya yanlışsa o hisler ya da hissedilemeyenler...
 Hayatımızın fırsatını ya da doğru insanı elimizin tersiyle itmişsek nerden bilicez bunu?
Doğru insanın doğruluğuna kim karar veriyor merak ediyorum hayatımıza giren birinin doğru adam nasıl anlayabiliriz?


Ben hissetmeyi deneyip, etkilenmediğimi fark edince; zaman çalmadan, kalp kırmadan, ah almadan gerçekleri/hissedemediklerimi söyledim. Hata mı yaptım?
Sessiz kalıp gitmek, ararsa açmamak, suçlu gibi kaçarak uzaklaşmak veya hislerine olumlu cevap vermiş izlenimiyle onu kandırmak daha mı doğru olurdu?
Belki kandırılmışımdır ama hiç kandırmadım sahteliğe bürünmedim. Buna rağmen herşey güllük gülistanlıkken bir "ben gidiyorum çünkü ....." bile demeyen insan müsvetteleri çok oldu hayatımda, bu durumun ne kadar pis ve lanet birşey olduğunu çok iyi bilirim. Bu yüzden kimseye bunu yapmadım, yapamam...

Özünde çok iyi biri olduğunu, yardımsever,  dost canlısı, beni düşünen sadece düşünmekle kalmayıp benim için adımlar atan hatta adım atmam için beni de destekleyen birisini bu gece hayatımdan çıkarttım. Dost/arkadaş olmak istedim, o istemeyince saygı duyup ondan vazgeçtim ve bu ne kadar doğru bilmiyorum !.. 
Kalbim, doğru karar verdin derken; mantığım onun kadar cesur, sözünün arkasında duran, sahip çıkan, benim için icraate geçen birini kolay kolay bulamayacağımı söylüyor. Ben kalbimi dinledim ve dönüşü olmayan bir yola girdim.
Doğru adam kim bilmiyorum, nasıl anlaşılıyor onu da bilemiyorum...
Yanlış zamanlarda doğru insanlarla tanışıp, bu fırsatı değerlendiremiyoruz belki de.... 
Kim/nerede/ne zaman/nasıl olur hiç öğrenememekten korkuyorum !....


28 Mart 2013 Perşembe

KILIÇ KALKAN KUŞANMAK

Yalnızlık zor zaanat fakat daha zoru varsa, o  da yeni bir insan tanımak olmalı ...
Ön yargısız, ego savaşları olmadan, kalkanlarımızı kuşanmadan 
bir insanı tanıyabilmek!

Ne zaman yeni bir insan tanıyacak olsam; önce rahat şekilde karşımdaki insanı dinler ve onu analiz etmeye çalışırım fakat iş kendimi anlatmaya gelince, bazı önemli detayları anlatmaya gerek bile duymam. Eğer beni tanımak istiyorsa, zaman ayırsın, otursun emek harcasın gibi saçma bir düşünceye kapılırım.

Bu düşüncemin bir sebebi de; karşımdaki insanın eline, kendi ağzımla bir koz vermemektir. [Koz versem ne olur, adam sanki FBI ajanı ben de arama listesindeki bir suçluyum da...]

İnsanlar konuşarak anlaşır pekala ama ya sustuklarımız, onlardan da sorumlu değil miyiz?

Gün gelir de, canımı yakmak, beni incitmek ister bari bunu benim sözlerimle, gösterdiğim açıklarla yapmasın diye güvenlik kalkanlarımı kuşanıp, bazen anlatmaya gerek duymaz bazen de geçiştiriveririm. 
Kolay güvenebilen bir yapıya sahip olmayan ya da geçmişten gelen birkaç kötü deneyim sonucunda kalkan kuşanan veya duvarlar ören insanlardan biriyim. 
İşin daha kötüsü bunun farkındayım, kabullendim ve değiştirmek de istemiyorum. Henüz bunun bir zararını görmedim. (benimle zaman kaybetmek istemeyen insanları, kendimden uzak tutmam dışında) 

Bir insan bize yaklaşmak istiyorsa; ancak bizim istediğimiz kadar yaklaşabilir ve bir insan bizi tanımak istiyorsa; ancak tanımasını istediğimiz çerçevede tanıyabilir. Yoksa çevremizde ''vay efendim 5yıldır, 10yıldır birlikteyiz meğer birbirimizi hiç tanımamışız'' diyen insanları duymaz, görmezdik.

Diyeceğim şu ki; evet başlangıçta kalkanlara, duvarlara sığınmak iyi olabilir önemli olan, o kalkanları ne zaman indireceğimizi ya da o duvarları kimler için, ne zaman yıkacağımızı bilmektir!


24 Mart 2013 Pazar

Ne İstediğimizi Bilmek ...


  • Hayatta ne istediğini bilmek önemlidir.

Bunu çoğu zaman duyarız duymasak da, deneyimlerimiz sonucu öğrenmişizdir. 
Peki o zaman, ilişkilerde neden taraflar ne istediklerini bilmezler? 
Oysa her ilişki ''seni tanımak istiyorum''la başlamaz mı, ana fikir bu 
değil midir?  Tanımak!

Fakat son zamanlarda yaşadıklarım ve gözlemlediklerim sayesinde, kimsenin birbirini tanımak istemediğini ve zaten amacın da tanımak olmadığını farkettim.
Herkeste bir ego almış başını yürümüş. En ufak bir pürüzde ''beğenmeyen, çeker gider'' sözleri havalarda uçuşuyor hele ki, bu ara duyduğum en popüler sözcük '' Zaman Kaybı'' .
Kimse zaman kaybetmek istemiyor bu sebeple arkadaş/sevgili yedekleyenler ve eğlencelik /evlenmelik diye insan kategorize edenler var.


  • Bu neyin kafası, bu nasıl bir özgüven patlaması hiç bir fikrim yok!

Biz kimiz de kimi yedekliyoruz ya da kimi kategorilere ayırıyoruz?
Bu zamanda güvenilir bir ilişki yaşamak başlı başına zorken, tanımaya çalıştığımız arkadaşımızı, flörtümüzü, sevgilimizi tek kalemde neyimize güvenerek silip atmayı göze alıyoruz hiç bilmiyorum.
Tek bildiğim, tanımadığımız/henüz tanıyamadığımız insanlara emek verdiğimizi idda ederek, karşılık bekliyoruz.
O bu emeğin farkında mı ya da bizden böyle bir emek istedi mi onu bile sorgulamıyoruz, biz ufakta olsa birşey yaptık ya, hemen karşılığını görelim, o da bize karşı bir adım atsın ya da en basiti bizi pohpohlasın, iyi davransın istiyoruz. 
Halbuki; tanısak- tanımak için zaman harcasak, onun ne istediğini dinlesek ve bizim ona ne verebileceğimizin farkında olsak tüm işler kolaylaşacaktır ama bunu bile kabul etmeyip ilk adımı  da hep karşı taraftan bekliyoruz.
Sonuç olarak, hayatta ve ilişkilerde ne istediğini bilmek,
 önemlidir.
 Bilmezsen, ''zaman kaybı'' oluverirsin ki, bu da çağımızın en büyük sorunlarından bir diğeri. İlkini hala merak eden varsa, ben yazıvereyim ''İLETİŞİMSİZLİK''


13 Mart 2013 Çarşamba

Yalnızlık Fobisi

Yalnızlıktan kim korkuyor?
Yaşlılar mı, aile kurmak istemeyenler mi, öz güveni olmayanlar mı?..

Herkes korkuyor aslında yaşlısı, genci, çocuğu, hayatta en başarılı olandan tutun da 
en başarısız, en aciz olan bile...
İnsanın doğasında var olan hislerden biri sadece.

Son zamanlarda dikkatimi çeken birşey var, yalnızlıktan öyle korkar hale gelmişiz ki; yanımıza insan yedekliyoruz. En basiti bir arkadaşımızla aramız açılmadan diğerine yanaşıyoruz ya da sevgilimizden daha ayrılmadan başka biriyle yakınlaşma çabasına giriyoruz kimsenin yalnız kalmaya tahammülü yok. 
NEDEN?


Hatta öyle ki; yedeklediğimiz insanları bile kaybetmekten korkuyoruz. O kadar korkuyoruz ki, yalanlar söylüyoruz. Hem de gözlerinin içine baka baka hatta bazen onların hakkımızdaki gerçekleri
 bildiklerini bile bile ...
En ağır geleni bu herhalde, gözünün içine baka baka size güvenen insanlara yalan söylemek. 
Tüm güvenini kaybedip gitmek mi yoksa kendimize bile itiraf edemediğimiz ''yalnızlık fobimizi''
 bir başkasına anlatmak mı ?..
Sonuçta; yalnız kalmaktan öyle korktuk ki; doğru/yanlış demeden herkes yanına birini yedekledi ve bu sebepten bazıları yalnızlığa mahkum kaldı belki de...

7 Mart 2013 Perşembe

Neresindeyim¿?





Bir insanı işsizlikle ya da yalnızlıkla tehdit ederek yanınıza çekeceğinizi düşünmeniz veya bu ve benzeri sebeplerle kendinizden uzaklaştırmanız kadar saçma birşey olamaz, olmamalı... (Kimseden bir medet ummadığım, zayıf noktamın yalnızlık veya işsizlik olmadığı bilinmeli...)

Birisinin sevgilisi, karısı, yiğeni vs. yakını olmadan iş bulabilmek ne zor zanaat! Resmen elaleme kendimi ispatlama çabasındayım Neden? -Toplumsal/ sosyal/ psikolojik sebepler böyle gerektirdiğinden... Memur anne-baba çocuğunun birşeyler yapma/ becerme/ başarma iç güdüsünden. Esnaf ya da sanaatkar bir aileden olsam, onların bırakacağı/ çekirdekten yetişme bir işim olurdu hem de kendi işim olmasının azmi ve genlerden gelen bir ticaret zekası...

Israrla bunların gözardı edilmesine veya "cesaret edip bir yerden atılmalısın"lara artık  sinir oluyorum. Bir sermayen olup olmadığını, işin fizibilitesini kimse sorgulamaz ama resmen cahil cesaretiyle "aç bir yer hoop kendi işin, en rahatı" diyiverirler. Masraflar/ giderler vs.. umurlarında değildir buna artı tökezleyecek olursanız da bu akıl veren akılsızlardan birini bile yanınızda göremezsiniz...

Herkes bir başarı hikayesi yazmanızı ister ya da onların yazdıklarını oynamanızı. Yok abiler/ ablalar/ kardeşler karşıyım birinin yazdığı hikayede başrol oynamaya.

Bir de benim hayatımda son moda; benimle olursan, merak etme sana bir iş ayarlayıverir-izciler var. Dışardan bakınca o kadar mı çaresiz görünüyorum ben? Altı üstü işsizim ve acı gerçek bu ülkedeki tek üniversite mezunu işsiz de ben değilim. Sana eyvallah edip seninle/çocuğunla evleneceğime ya da rica minnet birilerinin bir tarafını öpeceğime işsiz kalır mutsuz olurum daha iyi diğer türlü mutlu olamayacağım da gayet açık sonuçta! (Nihayetinde bana da bu cümleyi kurdurttular ya vallahi bravo)

İzmir'de iş imkanları kısıtlı buna da eyvallah ama herkes de İstanbul'a giderse ne olacak taşı toprağı hala altın zannedilen, İstanbul'un akıbeti ya da herkes garantili meslek abi diyip, memur olursa, ne olur bu memleketin hali?..


İşin kötüsü işsiz, iş bulamamaktan/ çalışan, bulunduğu konumdan/işinden memnun değil, emeğinin karşılığını alamamaktan şikayetçi aa bir de yıllardır duymaktan bıkmadığımız esnaf, kan ağlıyor var!..

Bu ülkede her yıl üniversitelerden milyonlarca genç mezun oluyor ee iş -o yok. Erkekler askerliği kısa zamanlı bir kaçış ya da engel olarak görürken kızlar için bu durum daha felaket tek kaçış evlilikmiş gibi dayatılıyor resmen. Buna rağmen sanki ülke ekonomisi süpermiş gibi, biri de kalkıp ''3te yetmez 5 tane doğurun, yıllarca bu ülke kadınlarını çeşitli doğum kontrol yöntemleriyle kısırlaştırdılar'' diyor ve tabii ki arkasından da ekliyor ''ama herşeyi devletten beklemeyin'' diye. 

              Oldu paşam, emrin olur başka derdin var mıydı'' diye sorarlar adam olana!

Devletten yardım bekleme, tanıdıklardan bekleme, birinin yiğeni falan da değilsen, hele ki ortaya koyacak bir sermayen de yoksa otur kendi yağında kavrulmaya çabala, özel sektörün kölesi ol, para kazan ama harcamaya vakit bulama ve yaşam standartını minimize et ki, mutlu gibi görünmen kolay olsun...

Velasılı kelam; ben neresindeyim bu düzenin ya da düzensizliğin/ labirentin hangi kolonuna çarpıp duruyorum bilmiyorum. Dışarıdan (bana bakıldığında) davulun sesi hoş geliyorsa; ''gelin de içeri birlikte halay çekelim o zaman anlarsınız halet-i ruhiyemi der'' susarım.......

2 Mart 2013 Cumartesi

BİR SARILMANIN ANATOMİSİ


Yıllarca antenli antenli teletabiler boşuna dememiş ''sarılalım sıkı sıkı'' diye 
onlarında varmış demek ki; bir bildikleri :D

Yeri geliyor elele tutuşmanın, öpüşmenin hatta sevişmenin yerini alabiliyor. Tek isteğiniz, başınızı göğsüne yaslayıp öylece kalmak, kokusunu içinize çekmek olabiliyor. Hatta bazen bağımlılık bile yapabiliyor... Peki Neden?

Oturup bunu düşündüm koskoca bir hafta... (düşünecek daha da önemli birşey bulsam eminim bunu düşünmezdim) Düşündüm fakat cevap buldum mu ben de bilmiyorum...

Uzun zaman sonra birine sarılınca, neler hissedebileceğimi unuttuğumu farkettim, malesef kısa bir süre önce de unuttuklarımı hatırladım.

SARILMAK = Güven İhtiyacı + Destek Verme İsteği (''Yanındayım'' deme şekli)

  • Ne zaman sarılmak isteriz? 


Canımız sıkkınken, kendimizi yalnız/ çaresiz hissettiğimizde, korktuğumuzda, aklımız karıştığında  hatta bazen hoşlandığımız birini sevip sevmediğimizi anlamak için vs... Bu da demek oluyor ki; genelde olumsuz/ negatif olan her anımızda sarılmak istiyoruz.
  • Neden sarılıyoruz?
Güvenmek, verdiğimiz değeri ifade etmek, ''Ben Buradayım, yanındayım, korkma, geçecek v.s'' demek, çoğu zaman teselli edip, destek olmak için sarılıyoruz.
  • Fiziksel Etkileri nelerdir?
Her zaman böyle hissedemesek de; 

Sıcaklık duygusu: Bu gerçekten de fiziksel bir etki çünkü vücut ısısı gerçeği var. Bu sıcaklık duygusu bize kendimizi güvende ve güçlü hissettiriyor. 

Koku: Zamanla sözleri, bakışmaları, hatta dokunuşları bile unuturuz fakat unutmadığımız tek şey  kokudur. Bir başkasına sarıldığınız anda, sıcaklık duygusuna rağmen kendinizi güvende hissetmeyebilirsiniz bunun sebebi de kokudur. Kokuların isimleri aynı olsa da kişiye özgüdür her tende farklı bir kokuya dönüşür. Bazen sarılırken, burun deliklerimizin ve ciğerlerimizin aldığı kadar kokuyu içimize çekmek isteriz, bunun sebebi basittir o kokuyu unutmayacağımızı biliriz ve flash bellekte o kokuyu saklamak isteriz.

Kalp Atışları: Kalp atışlarımızın normalden daha hızlı attığını hissederiz öyle ki; sarılan kişinin duyup duymadığından şüpheleniriz. Bu hızlanmayı tetikleyenler de yine sıcaklık duygusu ve kokunun beynimizde yarattığı etkidir. Vücut adrenalin salgılar ve çoğumuz farkında olmasak da adrenalin bağımlısıyız. Belki de bu yüzden tekrar sarılmak, aynı etkileri yaşayıp yaşamayaca-ğımızı görmek isteriz.

Vee son olarak;

Yazının başında -sarılmanın nasıl olduğunu malesef hatırladım- demiştim. Neden malesef kısmına gelecek olursam; kim bilir belki yanlış zaman-yanlış insan...
Bu sebepten, kendimi fiziksel gerçeklerle kandırıp, 
yoluma devam etmeliydim ben de böyle yaptım.
 Fiziksel gerçeklere sığınıp, kendini ve başkalarını kandırarak,
 defteri kapatmak en doğrusudur bazen....